Yoga yapan herkes bilir. Herhangi bir ortamda Yoga yaptığınızı söylerseniz, büyük ihtimalle Hinduizm, Hindistan ve Budizm ile ilişkilendiren bir soru veya espri ile karşılaşabilirsiniz. Yoga denildiğinde, hep bir Hindistan bağlantısı olur bir şekilde. Vedalar, Hinduizm ritüelleri, Buda’nın herkesin bildiği meditasyon oturuşu yeterlidir bu bağlantıyı kurmaya… Yoga, tüm dünyada hızla yükselen ve yaygınlaşan bir değerdir. Hindistan’ın turistik ve kültürel açıdan tüm dünyada tanınmasında Yoga’nın önemli katkısı vardır. Bu sebeple, son yıllarda Hindistan hükümeti, Yoga’nın tüm dünyada yayılması için önemli destekler vermeye başlamıştır.
Ama işin aslı nasıldır acaba? Yoga’nın vatanı, doğduğu topraklar neresidir?
Hindistan kuzeyi dağlarla kaplanmış, üç tarafı okyanusla çevrili bir yarım ada olduğundan, coğrafi olarak belli kültürleri muhafaza etmek anlamında önemli bir avantaja sahiptir. Yoga bilgileri de bu sayede bu coğrafyada bir şekilde kaybolmadan kalmayı başarmıştır. Başarmıştır diyorum, çünkü özel bir koruma olmaksızın, birçok farklı geleneğin ve dini öğretinin içinde karışarak ve belki de unutulmaya bırakılarak günümüze kadar gelebilmiştir. Tüm Yoga severlerin tanıdığı ünlü Yoga Ustası Krişnamaçarya olmasaydı, Yoga, Amerika’da ve Avrupa’da şu anki durumunda olur muydu bilinmez. 1960’ larda Hindistan’da unutulmaya yüz tutmuş Yoga teknikleri mucizevi etkileri sayesinde Amerika ve Avrupa’da yaygınlaşıp, genel kabul ve ilgi görmüştür. Hindistan, Yoga’yı son yıllarda yeni yeni sahiplenmeye başlamıştır.
Yoga metinlerinin izini sürdüğünüzde, yolunuz İndüs nehri vadisine çıkar. MÖ2000’li yıllarda Ari Uygarlık diye bilinen Aryanlar alt Hint kıtasına yerleşmeye başlamıştır. Yoga yapanların kullandığı Sankskrit dilinin ve ana kaynak olarak kabul edilen eserler olan Veda’ların bu dönemlerde Aryanlar tarafından gelen kültür, dil ve geleneklerle ortaya çıktığı bilinmektedir. Peki Aryanlar kimlerdir? Bu insanlar en az 5 bin sene önce Sümerler, Hititler olarak Anadolu’da, Etrüskler olarak Avrupa’da, Navajolar olarak Kuzey Amerika’da, Altaylılar olarak Altay’da, Uygurlar olarak Doğu Türkistan’da Yakut Türkleri olarak Yakutistan’da, Oğuz, Türkmen, Kırgız, Özbek, Azeri, Tacik ve birçok Türk kavimleri olarak Orta Asya’da yaşamışlardır. Bu kavimlerin hepsi Türk lehçeleri konuşuyorlardı.
Bu arada çok önemli bir noktayı da vurgulamak isterim. Türk kelimesinin kökü olan “Tur” , yüksek bilinç düzeyi anlamına geliyor. Günümüzde kullandığımız anlamda bir ırkı tanımlamamaktadır. İnsanın bilincini yeniden yüksek bilinç, yani “Tur” düzeyine getirme konusundaki kararlılıklarından dolayı kendilerine “Türk” dediklerini anlıyoruz.
Arkeolojik bulgular ilk kavimlerin Altay’a binlerce yıl önce yerleştiklerini doğrular. Burası Türk halkının beşiği ve yurdu olan geniş bir bölgeydi. Hint mitolojisi’nde Hindistan’ın kuzeyindeki bu kavimlerden Naga’lar ya da “yılan insanlar” olarak söz edilir. Yoga için temel kaynak kabul edilen Yoga Sutralar’ının yazarı Yoga ustası Patancali’nin tüm heykel ve resimlerde yılan adam olarak gösterilmesi bir tesadüf müdür?
Kadim bir Hint eseri olan Mahabharata’nın, Nagaları ve gizemli kuzey kavimlerini anlatan tarihsel bir kayıt olduğunu düşünüyorum.
Ayrıca tarihte Siddharta Gautama’dan, bir Naga olarak defalarca bahsedildiği bilinmektedir. Buda’nın bir Hintli gibi koyu renkli değil, altın renkli teninin olması, gözlerinin çekik ve mavi renkli olması bu gerçeği doğrulamaktadır. Hintliler, kutsal metinleri Prajnaparamita’yı Nagalardan yani Türklerden aldıkları gerçeğini gizlemediler. Bu şekilde Hintliler Türk kültürüne büyük bir onur bahşettiler. İranlılar ve Hintliler, gerçekte bir Türk ırkı olan Sakaları, Sak olarak tanıdılar. Buda’nın bir diğer adı da Sakların bilgesi anlamındaki Sakyamuni’dir.
Bu halklar o dönemlerde kendilerini henüz Türk diye adlandırmadıkları için, tarihçi ve yazar Kazım Mirşan onları Proto-Türkler diye tanımlamaktadır. O devirlerde ayrılıkçı milliyetçilik kavramlarının toplumlarda yer almadığını görmekteyiz.
Öz-Türkçe’de ses uyumu çok önemlidir. Aynı kural Sanskrit dilinde de vardır. Dildeki ses uyumu atalarımız için çok önemliydi. Müzik ile birlikte dildeki uyumu kullanarak başka boyutlarla bağlantı kurup, şifalandırma çalışmaları yaptıkları bilinmektedir.
Şimdi de Yoga kelimesi ve Yoga’da çok kullanılan bazı kelimeler, terimler ve kavramlardan bahsetmek istiyorum. Yoga yapanların temel seviyede bildiği ve kullandığı Sanskrit kelimelerin aslında çok daha eski metinlerde var olan Öz-Türkçe kelimelerden türemiş olduğunu görmek beni çok şaşırttı. Hep Türkçe’nin felsefe için yeterli olmadığını, bu yüzden Sanskrit dili ve Farsça’da var olan kelimeleri kullanmak zorunda olduğumuzu düşünürdüm. Ancak şimdi dilimize ne kadar haksızlık ettiğimizi görüyorum. İnanılmaz boyutlarda derin bir bilgeliğe sahip olan Öz-Türkçe kaynaklarımızı tozlu raflardan, gün ışığına çıkarma vakti çoktan gelmiş.
Altı Yarıq Tigin’i, Oğuzhan Destanı’nı bu güne kadar anlamamış olmak, bilmiyor olmak ne kadar büyük bir eksiklikmiş meğerse. Binlerce yıldır anlaşılmayı sabırla beklemişler. Bu gün ne kadarını kavrayabiliriz bilmiyorum ama atalarımızın bilgeliği önünde saygıyla eğilmek istiyorum. Bu güne kadar okuduğum onca şey, edindiğim onca deneyimden sonra kendi dilimizde binlerce yıl önce, sadelik içinde, gerçekliğin bu kadar net ve apaçık anlatıldığını görmek içimde tarifsiz bir coşku ve mahcubiyet yarattı. Bu bilgiler o kadar üst düzeyde ki, içinde inanılmaz bir geometri, matematik, astronomi, felsefe, anatomi, fizik, kozmoloji ve daha birçok alanda ileri seviye bilgiler içeriyor. Ve tam anlamı ile kavramak neredeyse imkansız.
Bu konularda 40 yıla varan bir süre boyunca araştırmalar yapmış, değerli hocam bilim insanı Op.Dr. Mehmet Kasım’a çok teşekkür ediyorum. En başta onun kitaplarından ve derlediği kaynaklardan yararlanarak bu bilgileri bir araya getirdim. Bu konularda daha detaylı bilgi almak isteyenlerin Op.Dr. Mehmet Kasım ve Dr. Müge Kasım’ın “Gizli Beden” kitabını okumalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca unutulmaya yüz tutmuş bu bilgilerin gün ışığına çıkması için inanılmaz emek vermiş, hatta hayatını adamış olan birçok değerli tarihçi, araştırmacı ve yazarlarımız var. Kazım Mirşan, Murad Adji, Kaşgarlı Mahmut, Namık Kemal Zeybek, Muazzez İlmiye Çığ’a emekleri için ne kadar teşekkür etsek az kalır.
Şimdi Yoga kelimesi ve Yoga’da çok kullanılan bazı kelimeler, terimler ve kavramlardan söz ederek konuyu derinleştirmek istiyorum.
Bu değerli kaynakları esas alarak, Yoga yapanların kullandıkları bazı sözcük ve kavramların köklerine bir göz atalım.
Doğal olarak önce Yoga kelimesi ile başlayalım. Yoga kelimesi nereden geliyor?
“Bir” rakamı, Öz-Türkçe’den günümüze ilk sayı, bir tek, biricik anlamlarına gelen bir sözcük olarak geçmiştir. “Bir” sözcüğü Mutlak Varlığı tanımlamak için de kullanılır. Aynı zamanda enerji bedenimizin iç boyutunu tanımlar. İç boyut, fiziki açıdan boşluk olarak görüldüğü için Öz-Türkçe’de boşluk anlamına da gelir. İç boyutta zaman, alan (mekan) ve madde içe çekilip kaybolduğundan, “Bir”, aynı zamanda vakum anlamına da gelir. “Bir”, görünen ve görünmeyen evrenlerin birlikteliğini tanımlar. Diğer bir tanım, Bir’in kaynağının Yoq olduğudur (günümüz Türkçesinde “Yok”). Yoq, Bir’i, “Bir” de tüm yaratılışı çevreler. Yoga kelimesi bu Yoq kelimesi ile bağlantılıdır. Ayrıca Tasavvuf’taki “Fena” sözcüğünün karşılığıdır. Her şey Yoq’dan başlar ve yine Yoq’a döner. İbn-i Arabi’nin dediği gibi “ Sevginin hareket etmesidir, evreni var eden”
Öz-Türkçe’de Yoq boyutuna Tao-Dao (DAĞ) boyutu da denir. Daima vardır. Özün varlığını sürdürdüğü boyuttur.
Yoq, Varlık öncesindeki ebedi oluş durumudur. Madde, karşıt madde ile birleşince (elektron ve anti-elektron birbirini çekince) her ikisinin birden enerjiye dönüşümüne Öz Türkçe de atalarımız Yoq olma demişler. Burada fizik enerjiye veya süzüg güce dönüşüm vardır. Atalarımız Yoq olgunluğuna erişenlere, dış benliklerini yok edenlere Yogi veya Suusi (Sufi) demişler.
Bütün bunları öğrenince, Yoga kelimesinin nereden geldiğinin daha açık görülebileceğini sanıyorum. Yıllarca her kitapta ya da seminerde Yoga kelimesi Sanskrit bir sözcüktür ve Yuj kökünden gelir denilmekteyken, belki de bu çok büyük ve farklı bir açılım olabilir.
Yogi ise Öz-Türkçe’de; gören, gözlemci anlamındadır.
Mandala, Yoga yapanların bildiği dairesel formda, geometrik şekillerden oluşan konsantrasyon objesidir. Mandala kelimesi, Asya’da yaygın bir kavram olan mandalak ile bağlantılıdır. Mandalak, Vedizm ve Budizm’de kutsal daire olarak kabul edilir. Mandala, Yoga’da konsantrasyon çalışmalarında dikkati tek bir yerde tutmak için kullanılır. Günümüzde kullanılan Mandal kelimesi ile aynı kökene sahiptir ve “dikkati bir yere tutturmak” anlamındadır.
Prana kelimesinin Öz-Türkçe’deki karşılığı Bra- Anna ( Ana: esas, anne)
(Bra: İngilizce’de “Pre”, günümüz Türkçesi’nde “ ön” anlamındadır.)
Bra-Anna, bilinç öncesinden gelen açılım demektir. Bilinç, yolculuğunu Bra-anna ile yapar. Evrensel bilincin kendini belli etmeden önceki halidir. Var olan her şeyin ilk (ön) halidir.
Akaşa kelimesi “akış” tan gelmektedir. Veda geleneğinde akaşa, genelde eter elementi için kullanılır. Öz-Türkçe’de mekan ve zamanın akan enerjiden ortaya çıkması anlamındadır.
Man: Öz-Türkçe’de, Gizli olan, Can, Ruh, Yaşam demektir. İngilizce’deki “Man” kelimesinin de kaynağıdır.
Brahman ise, Bra-Man; Özden önce, bilinmeden önceki Gizli Ruh anlamına gelmektedir.
Atman kelimesi Öz-Türkçe’de Ad-Man olarak geçmektedir. Öze ait hayat, Özün Adı, Adı gizli olan anlamındadır.
Karma: Atalarımız yaşamlar boyu kazanılan bilgi ve tecrübenin bir kısmının, suyun buharlaşması gibi uçup gittiğini, bir kısmının da karın lapa lapa yağması gibi çoğaldığını söylemişlerdir. Bu birikenlere kar-ma adını vermişlerdir. Aynı zamanda kar, karmak, karıştırmak fiillerine de kök sözcüktür. Karma konusunda araştırma yapanlar bilirler, içinden çıkılması çok güç ve sayısız bağlantıya dayanan karma yasası, kelimenin bize çağrıştırdığı gibi gerçekten de karma ve karmakarışıktır.
Dharma: Öz-Türkçe’de Armağ; onursal armağan anlamındadır. Yaşam görevi, hayata güç, kuvvet verir. Yaşama amaç ve anlayış getirir. Sözcük anlamı ile armağ, bir başarı dolayısı ile verilen ödül anlamındadır. Yaşamdaki en iyi ödülümüz, öz-kurgumuzdur.
Manas kelimesi Öz-Türkçe’de kendine çeken güç, çekim gücü olan öz, gizlilik demektir. Manastır sözcüğünün köküdür. Manas, Evrensel Akıl anlamındadır.
Çakra kelimesinin Öz-Türkçe’deki karşılığı Çağqara’dır. “Ça” kelimesi Öz-Türkçe’de titreşimsel bir kök hecedir ve dönme hareketini tanımlar. Dönme ve dönen nesneleri tanımlayan Ça’dan dönüştürülmüş çok kelime vardır. Aynı zamanda günümüzde de kullandığımız Çark sözcüğü, dönen tekerlek ya da dönen beden anlamına gelir. Yani Yoga’da çok kullandığımız enerji merkezlerinin adı olan Çakra kelimesi de Türkçe temellidir.
Muladhara: Mul-Ad-Ara; Benlik kökünün kapı aralığı demektir. Mul, Uygur lehçesinde Kök demektir. Ad ise Benlik, Ara, Açıklık anlamındadır. Benliğin kök kapısı demektir.
Svadhistana: Öz-Türkçe’de Suw-Ad-İstan’dır. Suu ve Suw İlahi Sevgi Gücünü aynı zamanda su ve denizi temsil eder. Svadhistana Çakra, pelvis bölgesindedir ve elementi “su”dur. Bedendeki tüm sıvılar bu merkez ile bağlantılıdır. İkamet edilen ülkeye günümüzde de Yakutistan, Tacikistan’da olduğu gibi “İstan” eki getirilmektedir.
Manipura: Mani-bur; Öz- Türkçe’de “aslın dönüşümü, bilincin dönüşümü” anlamındadır. Manipura Çakra, ateş elementi ile bağlantılıdır. Ateş elementi dönüşümü sağlayan enerjidir.
Anahata: Öz-Türkçe’deki karşılığı Ana- Ata’dır. Göğsün tam ortasında yer alan çakradır. İç boyut orada kendi öz haliyle durmaktadır. Eski metinlerde atalarımızın olduğu boyutla bağlantılı olduğu yazılmaktadır.
Vişuddha: Öz-Türkçe’de İs-ud-a olarak geçiyor. İs-ut, aşkın kendini belli etmesi. Öz Türkçe de “bağlı titreşimin evrenselliği” anlamına gelir.
Agya: Öz-Türkçe’de “Aya”. Aya, dönen ve koruyan demek. Başlangıçtan beri var olan kanala açılan kapıdır. Türkçe’de üçüncü göze ve avuç içlerine de Aya denir. Göz bebeği, üçüncü göz anlamına gelir.
Sahasrara: Öz- Türkçe’de Saz-Art olarak geçmektedir. Ezeli ve ebedi enerji geçidi demektir.
Om: Öz-Türkçe’de de vardır. Can, Canlılık anlamında kullanılmaktadır. Yaratılışı başlatan ilk sestir. An, duran zaman, Om ise hareket eden zamandır.
Kök: Öz-Türkçe’de Gök ile Kök kelimelerinin aynı olması felsefi olarak çok manidardır. Bu iki kelimenin aynı şekilde seslendirilmesi belki de Yoga felsefesini özetlemektedir.
Nadi: Öz-Türkçe’de de Nadi kelimesi vardır. Nabız ve yaşam nehri anlamında kullanılır.
Tur: Öz- Türkçe’de yüksek bilinç demektir. Tırmanmak, çıkmak, yükseklik anlamlarına da gelir.
Tur bezi (hipofiz bezi): Latince adı “sella turcica “ Türk Kemiği, Türk Eğeri anlamındadır. Yüksek Bilinç Akışı demektir.
Turki: Yüksek bilinç nehri.
Tao: Dağ, Dao kelimeleri de Öz-Türkçe’de hep var olan, yok olmayan anlamındadır. Daima vardır. Mutlak Varlığın sevgisinin uzantısıdır. Dağ birçok mitolojik öyküde sembol olarak kullanılmaktadır.
Marma: Bedenimizdeki Marma noktaları, Susruta Samhita’da yüz yedi adet olduğu bilgisi yer almaktadır. Bu noktalar Qi- Gong ve şifacılık çalışmalarında, önemli enerji akımlarının buluştuğu Akupresör noktaları olarak kullanılır. Marma şu an Anadolu’da Marmara ve Marmaris isimleri ile yaşamaktadır. Marma sözcüğü, denizler gibi büyük ve güçlü iki gücün birleştiği bir araya geldiği nokta anlamındadır. Marmara Denizi, Ege ve Karadeniz’in birleştiği, Marmaris’de Ege ve Akdeniz’in birleştiği yerdir. Marma Öz-Türkçe bir kelimedir.
Doşa: Öz-Türkçe’de Toşya’dan geliyor. Niteliklere göre beden tipleri diyebiliriz kısaca. Hata, Kusur anlamına da gelir. Doşa, Yoga’da ve Ayurveda’da çok kullanılan bir kelimedir.
Araba kelimesine de özellikle yer vermek istedim. Hindistan’da kutsal bir kitap olarak kabul edilen Bhagavad Gita’da anlatılan hikaye bir at arabasında geçmektedir. Yüzyıllar boyunca canlı kalan bir benzetme, at arabası ve sürücüdür. At, kazanılmış akıl ve benliği, araba bedeni ve sürücü de özü temsil eder. Öz-Türkçe’de sözcüklerin anlamları tüm bunları açıklar. Öz-Türkçe’de “araba” için kullanılan sözcük “ara-bağ”’dır. İki tarafı birbirine bağlayan anlamına gelir.
Guna: Gun, Kun sözcüğü Öz-Türkçe yınnaq terimi ile eş anlamlıdır. Nitelik anlamına da gelir. Görünmeyen Güneş’in ışınları Gun’dur. Süzüg yani süptil enerjileri ortaya çıkaran, erk, nitelik anlamındadır.
Halı ve kilimlerimizde olan desenlerdeki üçgen, dörtgen, altıgen ve sekizgenlerin bu karşıt nitelikleri sembolize ettiğini öğrenmek beni çok şaşırttı. Yoga’da mandala olarak kullandığımız desenlerle, çocukluğumda tüm detayları ile incelediğim evdeki eski halılarımızın desenlerinin bu kadar benzer olduğunu niye hiç düşünmemişim ki...
Bu karşıt nitelikleri anlatan, dünyanın en eski takvimi on iki hayvanlı Türk takvimi’dir. On iki hayvan ve on iki gezegen bu niteliklerle bağlantılıdır. Çin astrolojisinden aşina olduğumuz bu on iki hayvanı araştırdığınızda karşınıza Orta Asya Türklerinin kullandığı on iki hayvanlı takvimin çıktığını görmeniz kaçınılmazdır.
Çi: Çiü, Çince ye Çi olarak geçmiştir. Yaşam enerjisini tanımlar.
Tapas: Tapaş, Ateş elementinin en etkin gücüdür. Karmayı eritir. Kişinin gerçekten kendini bilme arzusu ile etkinleşir.
Band: Öz-Türkçe’de bağ demektir.
Agu: Agu’da Öz-Türkçedir. Sindirim ateşi demektir. Sanskrit dilinde ise Agni’dir.
Budda: Öz Türkçe de cehaletten arınan anlamına gelir.
Ni-irwan: Öze dönmek demektir.
Nirvana: Kurtuluş ve doğum anlamlarına gelir.
Bu terimler Buda’dan binlerce yıl önce yaşamış olan kadim Orta Asya Kavimleri tarafından ruhsal ve bilimsel açıklamalarda kullanılmıştır. Altı Yarıq Tigin metinleri bunun en canlı örneğidir.
Yukarıdaki tüm kelime örnekleri ve kavramlardan da görüleceği gibi Sanskrit olarak bildiğimiz ve kullandığımız hemen hemen bütün kelimelerin kökleri MÖ.1700’lerden de öncesine, Orta Asya’da yaşamış olan kavimlere kadar uzanmaktadır. Tarihi gerçekleri doğru bir şekilde anlayabilmek için dil bilimi çok önemli yer tutmaktadır. Çağlar öncesinde kullanılan sembolik anlatımları doğru anlamak ve aktarmak gerekir.
Tüm bu yazılanlar ışığında Yoga’nın sandığımızdan çok daha eski bir geçmişe sahip olduğunu ve Orta Asya’ya uzandığını görüyoruz. Bu tarihsel gerçekler ışığında Yoga bilgilerinin Hinduizm, Budizm’den çok daha eski kaynaklara sahip olduğu görülmektedir.
Yoga bir din değildir. Sağlıklı yaşama ve kendi gerçek doğamızı idrak etme yoludur. Yoga’nın amacı doğa ile uyum içinde olmaktır. İbadet şekli değildir ama dinler için destekleyici bir rolü olmuştur. Çünkü insanlar bu disiplin içinde olup, doğa ile kendileri ile uyum ve barış içinde olurlarsa, kendi dinleri içindeki ibadetlerini de daha büyük bir samimiyetle gerçekleştirebilirler. Yoga felsefesinin köklerini araştırmak ve bilmek, atalarımızı, tüm felsefelerin köklerini, gerçek potansiyelimizi daha doğru bir şekilde kavramımıza yardım edecektir.
Yoga her yaştan insanın, sağlık durumu ne olursa olsun yapabileceği, fiziksel ve zihinsel açıdan sayısız yararları olan kadim bir disiplindir. Ülkemizde çeşitli ön yargılar ve yanlış bilgilendirmeler yüzünden, ne yazık ki olması gerektiği yerde değildir. Kökleri atalarımıza uzanan bu değerli bilgileri artık hatırlamalı, hem ülkemizde hem de tüm dünyada bu şekilde tanıtmak için destek olmalıyız.
Altı Yarıq Tigin: 16.000 yıl öncesine dayandığı tahmin edilen “ Altı Akım Erdemi” ya da “ Altı Işık Akımı” anlamına gelen yazılı metinleridir. İlk olarak bu metinler taşlar üzerine oyulmuş, daha sonra yazılı hale getirilmiştir. Fransa’da Gozel’de, 5000 yıllık kadim Türk yazıları da aynı iletiyi vermektedir. MÖ 516 yılından sonra siyasi baskılar yüzünden yazılar kağıt üzerine kopyalanmış ve Doğu Türkistan’daki Miran Kalesi’nde korunmuş. 1907 yılında Macar bir Türk Bilimcisi olan Aurel Stein bu kağıtları bulmuş ve 1970 li yıllarda da Sayın Kazım Mirşan bu kadim yazıları okumayı başarmıştır. Aynı metinler 8. Yüzyılda Çinli Lü Tung tarafından çevrilmiş ve Taoculuğun bel kemiği olmuştur. Altı erdem Tibet Çarkına benzer ve çarkı derinlemesine açıklar.
Oğuzhan Destanı: Oğ-uz Han Destan’ında öz kurgunun ortaya çıkışı, insanın enerji bedeninin katmanları ve bilincin maddeye dönüşümü anlatılmaktadır. Felsefe kısmını destan kısmından ayırarak incelemekte yarar vardır.
Yoga’nın büyük ölçüde Samkhya felsefesine dayandığı bilinmektedir. Samkhya, madde ve bilinç düalizmini savunur. Zihni de maddenin daha ince bir biçimi olarak görür. M.Ö. 3000 den çok daha eski tarihlere ait olduğu bilinen Oğuz Kağan Destanı ve Oğuz Yaratılış Efsanesini bilenler, Samkhya felsefesinin bu destanın bir bölümünde anlatılan bilgileri temel almış olabileceğini rahatlıkla görebilir. Og-uz dönüşüme uğrayan, farkındalığa ulaşabilen demektir. Burada dönüşüme uğrayan “bilinç”tir. Aynı Bhagavad Gita’da olduğu gibi bu derin felsefi bilgiler, halk arasında unutulmasın ve daha kolay yayılsın diye bir destan içine gizlenmiş olabilir.
Destanda Oğuz Han’ın altı oğlu ve her oğlundan 4 tane olmak üzere 24 torunu vardır. Destandaki kişi isimlerin derin anlamı vardır. Oğlan kelimesi de uyum sağlayan anlamındadır. Bu torunlar Yoga felsefesi ve Ayurveda’da bildiğimiz gunalar, elementler ve niteliklere denk gelen sembolik anlatımlara tesadüf denemeyecek şekilde denk gelmektedir.
Kaynak olarak kullanılan eserlerin yazarları hakkında bilgi :
Kaşgarlı Mahmut: 11. Yüzyılda Orta Asya’da yaşamış olan ve Divanü Lugati’t Türk” isimli Türk lehçeleri sözlüğünü yazan dil bilimcidir. Yaşadığı dönemde, tıpkı bu gün bizim yazılarımızda İngilizce’yi kullanışımız gibi, çoğu Türk bilim insanı yazılarında Arapça kullanıyordu. O asırda Türk bilim insanlarının eserlerinde Arapça ve Farsça’yı kullanmalarına çok üzülen bu bilgin, Türkçe’nin içinde her iki dilde de olmayan bir bilim ve felsefe olduğunu söyleyerek Türkçe’nin o devrin bilim insanları tarafından kullanılmasının çok yararlı olacağını düşünmüş, Orta Asya’yı at üzerinde gezip, uzun senelerin emeği ile bu sözlüğü hazırlamıştır. Eserini 1074 yılında tamamladı ve Bağdat’a götürdü. Sözlük 20. Yüzyılın başına kadar kayıptı. İstanbul’da ortaya çıktı. O zamandan beri eserin değeri her geçen gün artmakta ve hayranlık uyandırmaktadır.
Murad Adji: Türk Dünyasının ve Büyük Step’in tarihi ve kültürü üzerine çok sayıda kitap yazmış olan bir tarihçi ve yazar olan Murad Adji, Türk tarihi ve kültürü ve Türklerin dünya tarihi üzerinde sahip olduğu muazzam etki konusundaki en iyi araştırmacılardan biridir.
Kazım Mirşan: Türk dilini ve tarihini kendi özel ilgi alanı olarak araştıran bir mühendistir. Tüm Türk lehçelerini, Çince’yi ve birçok Avrupa dilini konuşabilmektedir. Mısır hiyerologlifleri ve Dünya’nın her yerindeki birçok kadim yazı ve taş tabletleri okuyabilmektedir. Bu konular üzerinde çeşitli dillerde elliden fazla kitap yazmıştır. Halen Bodrum’da yaşamaktadır.
Op. Dr. Mehmet Kasım: Hacettepe Tıp Fakültesi’ni üçüncülükle bitiren Mehmet Kasım, 1970’li yıllarda Amerika’da Kaliforniya’da kadın doğum doktoru olarak çalışırken, İbni Sina’yı araştırmaya başladı. İbni Sina gibi büyük bir hekimin “Elementleri bilmeyen kendine hekim dememeli” sözünden çok etkilendi. Ve bu sözün dayandığı gerçekliğe doğru çıktığı 40 yıl süren yolculuk boyunca Doğu ve Batı tıbbının, inanç ve felsefelerini birleşik uygulama yolunda emek verip, Yükünç Vakfı’nı kurup, çok sayıda kitap yazmıştır. Seminerler vererek bu bilgileri öğrencileri ile paylaşmaya devam etmektedir.
Dr. Müge Kasım: İstanbul Üniversitesi Eczacılık bölümünü bitirdikten sonra Kaliforniya’da Klinik Eczacılık eğitimini tamamlamıştır. Bu eğitimi takip eden yıllarda ve Florida Üniversitesinde doktora yaptığı dönemde Ayurveda ile ilgilenmeye başlamıştır. Bu konuda Dr. Vasant Lad’ın öğrencisi olarak uzun yıllar eğitim almıştır. Sanskrit dili öğrenmiş ve dil köklerini araştırdığında bu yolculuğun onu Orta Asya’ya götürdüğünü fark edip, bu yönde çalışmalar yapmıştır. Çok sayıda çevirisi ve kitabı yayınlanmış olan Dr. Müge Kasım Yükünç Vakfı bünyesinde seminerler vermeye devam etmektedir.
Comments